*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

21 Temmuz 2016 Perşembe

daha dört yaşındayken, Atatürk öldüğünde annesine “ atı kime kaldı, bayrak kime kaldı ” diye ağıt yakan erhan dilligil dayım, milletin meclisinin bombalandığı günleri iyi ki görmedi...ya kahrından ölür ya da katil olurdu…




günlerdir , elim klavyeye gidemez oldu...
ruhum çürüdü...
gözlerimin altı çöktü...
anlam veremedim yaşadıklarımıza...

bir ülkenin uçaklarının kendi meclisini bombalamasına 
darbe yaparken vatandaşına mermiler sıkmasının acısına 
katlanamadı ruhum vicdanım gönlüm...

ama ağız dolusu  söyleyeyim ki 
bir çok olaydaki gamsızlığına
gönül koyduğum  milletin ferdi olmaktan 
gurur duydum...

                                       anadolumun insanları yürürken ölümün üzerine
darbeye hayır darbeye hayır diye diye
duyguların hepsini yaşadım....
hepiniz gibi....


48 yıllık ömrümde
hepiniz gibi ben de çok darbe gördüm…
70 küsur yaşındaki babam da,
20 li yaşlardaki çocuklarım da gördü darbeyi…

ama inanıyorum ki bu son olacak…
çünkü aklını ve vicdanını kaybedenler dışında
iktidarı ve muhalefetiyle birlikte  
“herkes ama herkes neye gücü yetiyorsa…”
darbeye hayır…
dedi…


bazı şeylerin yarımı olmaz…
ya hamilesinizdir ya değil…
ya demokratsınızdır ya değil….

ya darbenin her türlüsünü 
her zaman lanetlersiniz…
ya da “ama / fakat /lakin…” diye 
kaypak cümleler kurarsınız…

tarihte hiçbir darbe hiçbir sorunu çözmemiştir…
aksine katmerlendirmiştir…

bugün yaşadığımız  ihanet dolu günlerin tohumu
 ilk darbenin  ardından  atılmıştır…

şimdi geçmişin defterlerini açma zamanı değil…
ama bilenler bilir ki ,
bu kötülük  onlarca yıldır adım adım büyüdü…
gözümüzün önünde büyüdü…
büyütüldü…

sesimiz ne kadar çıktıysa
bu yüzden dedik 500 yazıda
4 kocaman yıldır ;
önce sorgulayan akıl
önce felsefe
önce sanat
önce bilim
önce  iyi insanlık 
önce liyakat 
önce işini iyi yapan milliyetçilik ahlakı 
diye…

25 yıl öncesinin anısını bunları da bilerek okuyun…/murat örem...

                                                        *****
1990’ların tam başıydı…

yeni evli  gepgenç bir adamdım…



bir çok yazımda özlemle saygıyla  anlattığım erhan dilligil  dayımla istanbulda bir taksinin içindeydik biz yeni evliler…onlarca yıldır şehir tiyatrolarında  aktördü  erhan dayım...tiyatro tarihimizin unutulmaz isimleri avni dilligil ve annemin halası aktris nezahat tanyerinin oğluydu erhan dayım…annemle kardeş çocuklarıydılar ve ben de  erhan dayı diyordum gerçek dayım olmamasına rağmen….




ve eğilin kulağınıza söyleyeyim;

en gerçek dayımdır erhan dilligil yıllardır…




sarı taksi gecenin karanlığında anadolu yakasından  levente götürüyordu bizi…karanlık ve sessizdi ortalık….dünya ve türkiye körfez savaşı belirsizliğinin tam içindeydi…



onlarca yıldan sonra savaş tam kapımızdaydı…
mı acaba eni konu  ???



erhan dilligil dayım arabanın içinde adeta sigarayı yiyordu… biz arabanın arkasındaydık yeni evli gençler olarak…birden direksiyonun başındaki taksici dayıma dönüp  savaşa hazır olalım işler çok ciddi  dedi ve  “neyse amca seni askere almazlar, gençler düşünsün,  yaşın 50’yi geçmiş diye ekledi gülümseyerek…belki rahatlatmak istemişti erhan dayımı…belki yaşlılıkla ilgili densiz bir şaka yapmıştı…bilemiyorum…




tam karacaahmetin , ölümün ve hayatın solunduğu o tarihi mezarlığın önünden geçiyorduk arabayla…şoförün cümlesinin ardından  büyük bir gümbürtü koptu arabanın içinde…ama öyle böyle değil…



“sen ne diyorsun oğlum…

biz memleket harbe girince

 yaşımız başımız mesleğimiz deyip

siyasetçilere kızıp 

evimizde oturacak adam mıyız…

savaşta kenarda duracak adam mıyız

ettiğin lafın ayarı olsun…


diye kükredi erhan dayım davudi denebilecek aktör sesiyle…




sonra devam etti;

“bak bu mezarlarda kimler yatıyor sen biliyor musun…gerekirse daha kimler yatacak biliyor musun…böyle günlerden sonra  elli yıldır evimin duvarındaki  atatürkün yüzüne bakamamanın nasıl olacağını sen biliyor musun…ettiğin laftaki serseriliğin ne olduğunu biliyor musun…”




mütemadiyen kükrüyordu erhan dayım…susmuyordu



bu topraklara kim gelirse gelsin…

geldikleri gibi giderler….

biz bu memleketi sokakta bulmadık…

alırımız elimize silahımızı, silahımız yoksa sopamızı  ne gerekiyorsa yaparız yaşımız kaç olursa olsun ”

diye haykırıyordu…




biz  arkada donup kalmıştık….

şoför defalarca özür diliyordu…



dayı tamam… üzülme sinirlenme…

biz seni  biliyoruz   diyordum…

duymuyordu beni bile…
ki ben konuşunca susardı  hep !!!
çok saygı duyardı genç ve aykırı aklıma....




uzun öksürük nöbetleri yaşayacaktı bağrışı sonrası erhan dayım…onlarca defa tecrübe etmiştik…ama nafile, susmuyordu…gözlerinden alevler çıkıyordu erhan dayımın…ağzından ejderhalar…



sağda bir yerde hemen durdurdu arabayı…

attı parayı şoförün yüzüne…

indik arabadan…



56 yaşındaydı erhan dilligil dayım…

kalp hastasıydı…

ve bunu bilmiyordu…



bu memleket sevgisi dersinin  ardından

 iki ay bile yaşamayacaktı…



kalp krizi geçirip evinde tek başına ölecekti…

bunu da hiç/birimiz  bilmiyorduk….

o kadarını tahmin de etmiyorduk…




kıyameti ve ihaneti yaşadığımız 15 temmuz gecesi  önce erhan dilligil dayım geldi aklıma…onun yüzü geldi…kekre ve dumanlı sesi geldi…”geldikleri gibi giderler..” cümlesini tekrar ederken kaygıyla kararan yüzü ama dibine kadar kararlı sesi geldi…




daha dört yaşındayken,  atatürk öldüğünde annesine “ atı kime kaldı…bayrak kime kaldı…”   diye ağıt yakan erhan dilligil dayım, atatürkün meclisinin, milletin meclisinin  bombalandığı günleri  iyi ki yaşarken görmedi…iyi ki görmedi…ya oracıkta kahrından ölür ya da katil olurdu…



ben küçücük çocukken ,  kıbrıs çıkarmasını ağlaya ağlaya izleyen behzat tanyeri dedem de iyi iki görmedi…ya oracıkta kahrından ölür ya katil olurdu…



hiçbir millet devletsiz yaşayamaz diyen selahi örem dedem de iyi ki görmedi…ya oracıkta kahrından ölür ya da katil olurdu…




acıların en büyüğünü ben gördüm…

siz gördünüz…
yaşarken...

görmez olaydık…



ama hepimiz şunu da gördük…

büyük şairin , nazım'ın dediği gibi

ateş ve ihanet  varsa

millet de var…



ateş ve ihanet varsa

şucu bucu ayrımı yapmadan

anlamsız muhalefetin şehvetine takılmadan

her şeyi ben bilirim kibrine saplanmadan

döne döne bin kere ama bin kere

demokrasi cumhuriyet hukuk  diyerek

ve düştüğümüz yerden hemen ayağa kalkarak

geçireceğimiz güzel günler de var…


( murat örem / 21 temmuz 2016 / ankara…)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder