*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

8 Şubat 2016 Pazartesi

biliyorum, kimsenin vakti yok durup ince şeyleri düşünmeye…ödenmesi gereken ev taksitleri var…alınması gereken plastikler, arabalar, intikamlar var…suçlanması gereken insanlar var…işte cem karacalar, barış mançolar insanın insan olmaklığı için vardı…onlar güzel aynalardı...




günü gününe tam "3"  yıl önce,  
takvim 2013’teyken
yine bir 8 şubat’ta,
uzun bir "cem karaca" yazısı
yayınlamıştım bu blogda…

o yazıyı merak edenler sağ taraftaki sütundan 2013 yılının şubat ayına giderek okuyabilir…biliyorum , biraz meşakkatli oluyor artık eski yazılara blogdaki arama motoru kutusundaki isimler kelimeler üzerinden ulaşmak… çünkü bu yazıların yayınlandığı blogspot portalının arama motoru aylardır çalışmıyor…sorun muhtemelen tüm bloglar için geçerli…

sevgili talebem mehmet öztürk’ün,  blogspottaki bu gelgitleri ve keyfilikleri bildiği için  yıllar öncesinden sözü var…hocam siz evet deyin hemen taşınalım bir başka servis sağlayıcısına yine bu isimle...çekmeyelim bu gereksiz kahırları diyor…hep diyor…insan yaşlanınca yeniliklerden korkar oluyor ya…ben de her seferinde tamam mehmetim,  hele duralım, belki kendiliğinden düzelir, bir şans daha verelim diyorum…bitmiyor aramızdaki bu muhabbet…

-oysa hiçbir şey ama hiçbir şey kendiliğinden düzelmiyor…evin bir kenarında bozuk duran çamaşır makinesi asla üç ay sonra kendiliğinden çalışır olmuyor da , tıkır tıkır çalışan buzdolabı bir gün küt diye susabiliyor….-

aslında insan yaşlanınca yeniliklerden korkmuyor…
insan yaşlanınca,  yeniliklere ayak uydur/ama/maktan korkuyor…

toplumlar da öyle….
toplumlar da yaşlanıyor….

kimi zaman gerçekten beden olarak nüfus olarak yaşlanıyor  toplumlar…
bazı durumlar ve coğrafyalarda da en çok ruhen yaşlanıyor toplumlar….

ruhen yaşlanan toplumlarda neler oluyor ?

herkes herkesten şüphe eder oluyor…
herkes herkesten daha bencil oluyor…
vasatlık , erdem oluyor...
"görmedim duymadım bilmiyorum..." diyenlerin
başı hiiç ağrımıyor....

atalarından , tarihi menkıbelerden  fazilet ve feraset örnekleri veren insanlar  günlük hayatlarında dünyanın en çiğ, en basit  canlılarına dönüşüyor….altta kalanın canı çıksın diyor…kendi çocuğu için dünyanın en insan anne babası olmak için çırpınanlar basit bir veli toplantısında kendi çocuğunu aklamak için bütün çocukları suçlayabiliyor…kendinden zayıf olanların karşısında vurup kıranlar , rüzgar tersten esince hemen küçülüyor küçülüyor küçülüyorlar…

eleştiri bitiyor ruhen yaşlanan toplumlarda….
eleştiri, kazanmak veya kaybetmek arasındaki ince çizgi oluyor…

eleştirinin yalnızca eleştiri olduğunu,
kazanmak veya kaybetmenin amacı  olmadığını
ya hiç bilmiyor ya da unutuyor
ruhen yaşlanan toplumlar…


ruhen yaşlanan toplumlarda ;
şiir daha az okunuyor….
sofradaki  tabakların yanına  bir dal çiçek konmaz oluyor…
evlerdeki duvarlara tablolar zinhar asılmıyor…
müzelerin içinde ölmeyi bekliyor resimler heykeller.... 

kadınlar erkeklere erkekler kadınlara,  şifreleri  çözülmesi gereken  
merihli yaratık ve ehlileştirilmesi gereken vahşi at muamelesi  yapmaya başlıyor…

televizyon ekranlarından içeri ha bire silah sesleri, vurdu kırdılar, bağıran adamlar boca ediliyor…

insanlık ortak paydası unutuluyor…

çocuklar tabletlerin, kompitürlerin , ekranların arkasına saklanıyor…
babalar çocuklarına hikaye anlatmıyor, onların hayallerini dinlemiyor…
anneler televizyon karşısında ömür çürütüyor ve çocuklarına anlatacak umutları hedefleri kalmıyor…

sevmek ve nefret etmek,  hatta yok etmek arasında incecik bir  tül kalıyor…
bir eşikten öbürüne hemen atlayıveriyor kadınlar erkekler…

ruhen yaşlanan genç bedenli toplumlarda herkes herkesi bir şekilde suçlamaya hatta yok etmeye alesta bekliyor…çünkü yaşlanmanın , yaş almanın o kendine özgün dinginliği de görülmüyor yalnızca ruhen yaşlanan toplumlarda…

bedeni hala genç kalan ama hiçbir beklentisi karşılanmayan , ruhunu törpülemek için hiçbir sanatsal çaba içinde olmayan genç bedenler , yaşlanmış ruhlarıyla sürekli kavga içinde geçiriyorlar ömürlerini….

 kavga o kadar büyüyor ki kişiler kendilerini 
herkesin ve her şeyin ya çok üstünde ya da çok altında görür oluyorlar…

oysa insan olmak arasında bu kadar keskin ayrımlar yok…

fakat kendine emek veren insanla,
kendine boş veren insan arasındaki makas
ürkütücü derecede açılıyor açılıyor açılıyor….

söyledikleri, ürettikleri, yapıp ettikleriyle var olamayan bunun için çaba harcamayan milyonlarca insan,  bu kez atadan babadan elde ettikleriyle, kazandıklarıyla ,  hatta  yetiştirilmesinde hiçbir emeğinin olmadığı  insanlarda ve evlatlarda bile izansızca hak iddia edebiliyor…

kötülüğün hem de hiç  zekice olamayan cahilcesi bile kol geziyor…

                                                                 *******


günü gününe tam "3" yıl önce, 
takvim 2013’ü gösterdiğinde
yine bir 8 şubat’ta,
bir başka cem karaca yazısı
yayınlamıştım bu blogda…

birkaç gün önce de yine ve yeni bir barış manço yazısı daha…

şimdi de 
2004’teki ölümünün üzerinden 12 yıl geçmişken
bir daha yazıyorum cem karaca hakkında…

biliyorum ,
kimsenin vakti yok durup ince şeyleri düşünmeye…
ödenmesi gereken ev taksitleri var…
alınması gereken plastikler, arabalar, intikamlar var…
suçlanması gereken insanlar var…

ama bakılacak aynalar yok…

aynalar ne için var…
çiğ sarıya boyanmış saçlar için mi var…???

kendi yüzüne de bakabilmek için değil mi aynalar ?

işte  cem karacalar, barış mançolar
insanın insan olmaklığı için vardı…

onlar güzel aynalardı...

ve hala varlar…
anlayana, anlamak isteyene hala var…

( murat örem / 08 şubat 2016 / ankara…) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder