*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

3 Haziran 2014 Salı

ahmed arif ; " öyle yıkma kendini öyle mahsun, öyle garip..."


1991 yılının haziran ayı...
Ankara’dayız...
İlk gençliğimiz gitmeye hazırlansa da,  daha yolun çok başındayız.

Egede, Marmarada,  İstanbul’da   geçen yıllarımdan  sonra, Ankara’nın   kara bir alınyazısı  gibi,  ömrümün gelecekteki  25 senesini (ç)alacağından haberim yok daha...

Sıcak , çok sıcak bir haziran günü...
Küçükesat’ın,  küçük mutfaklı evlerinden birindeyiz...
Her bir yerine elimizin değdiği evimizdeyiz...

Maraş’ın Elbistan’ın çocuğu, üniversiteden bin yıllık dostum,  çiçeği burnunda  tüccar  Hüseyin Kal da işten arta kalan zamanlar yaratarak düzenli olarak Ankara’da ziyaretimizde...

Elinde , tahmini olarak 5 kilo gelen ilk notebooklardan biri var Hüseyin’in ve piyasa fiyatı da  5500 dolar... Bugünün okkasına vurursak,  notebookun fiyatı  10 bin liranın üzerinde...Değişen dünyayı algılamada mahir olan Hüseyin’in bu teknolojik ürünleri tanıttığı ve pazarladığı zamanlar...

-Bırakın notebook’u , neredeyse 1990’ların ortasına kadar  hantal  monitörlü  bilgisayarlar bile ulaşılmaz ve gereksiz noktadaydı nüfusun yüzde 99 virgül 90’ı için...Aynı bilgisayarların hard disk kapasiteleri de şimdinin 100 liraya alınabilecek en ilkel telefonlarından bile daha azdı...Mesela, tarihe bir kayıt olarak düşsün diye söyleyeyim ki 1995’te aldığım ilk bilgisayarımın kapasitesi 3,7 megabayttı...ve fiyatı 1250 dolardı..
Yanlış yazmadım , Gigabayt falan değil Megabayt....
Kuruş değil , 1250 dolar....-

1991 yılının haziran ayı...
Ankara’dayız...

Hüseyin’in elindeki notebook’un bizim için en büyük marifeti Solitaire oynayabilmemizi  sağlaması...Dünyanın en büyük devrimlerinden biri çünkü bir deste kağıtla açılan falı renkli ekranın üzerinde yapmak...!!!


 Sıcak , çok sıcak bir haziran günü...
Küçükesat’ın,  küçük mutfaklı evlerinden birindeyiz...
Her bir yerine elimizin değdiği evimizdeyiz...

Gene böyle bir Solitaire ayinindeyiz 5500 dolarlık notebookla...
Radyodan kulaklarımıza çalınan bir ses....
Radyoda haber zamanı..

Kulaklarımızda uçuşan ;
Ahmet Arif....ölüm...cenazesi....öldü....şair...
kelimeleri...

Birden , üniversitede okuduğumuz Ahmet Arif şiirlerinin hafızaya üşüşmesi... Birden daha da ısınan bir Haziran günü...

Hüseyinle gözgöze gelmemiz...Yakılan sigaralar...

ve dudaklarımdan dökülüveren  şu dizeler ;

“bir umudum sende , anlıyor musun...”

Bu blogun daimi okurları durduğumuz yeri bilirler...
Bu blogda siyah beyaz yoktur...
Bu blogda sizden bizden ötekilerden...yoktur...
O yüzden sayfanın başında şunu deriz ısrarla Andre Gide imzasıyla ;

“ gerçeğin rengi,  gridir...”

Bu blogda, hepimizin hayatına değen okuyan yazan düşünen  insan hikayeleri vardır...çünkü ve insan kıymetlidir...neye nereden nasıl bakarsa baksın, düşünen okuyan yazan sorgulayan herkes kıymetlidir...Ahmed Arif de kıymetliydi, çok kıymetliydi çünkü her şeyden önce iyi  bir şairdi...

Dostu olan şair Cemal Süreya şöyle anlatmıştı bir yazısında onu:  “....Ahmed Arif’in şiiri bir bakıma Nazım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu Nazım Hikmet’in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şair arasında büyük ayrılıklar var. Nazım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovada akan ‘büyük ve bereketli bir ırmak’ gibidir, uygardır. Ahmed Arif ise dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları, asi dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri....

Aynı Cemal Süreya,  Ahmed Arif şiirinin siyasi bir şiir olduğunun da  altını çizerek  şunu da demişti ;

Daha deniz görmemiş çocuklara adanmıştır onun şiiri....

Bilmeyenler çok  yadırgayacaktır ama  Ahmed Arif  64  yıllık hayatında yalnızca tek bir şiir kitabı yayımlamıştır ;

 Hasretinden Prangalar Eskittim...adıyla...

Ahmed Arif’in şiirinde okurken, dinlerken  hatta bestelenirken de ritmin ve  ahengin  büyük önemi vardır. Bu yüzden şiirleri belki de en çok bestelenen ve iyi bestelenen şairlerden olmuştur Ahmed Arif....

Ahmed Arif ve Cemal Süreya hayatlarının bir bölümünü Ankara’da geçirirken yakın dostturlar...Bekar olan Ahmed Arif öylesine hayrandır ki Cemal Süreya’ya, yüzünü bile görmediği halde Cemal Süreya’nın kız kardeşiyle  evlenmek ister. Cemal Süreya da bundan mutluluk duyacaktır ki kardeşine Hemen evlen der, Türkiye’nin en iyi şairiyle, Ahmed Arif’le...”

Kız kardeş Ayten önce şaşırır bu duruma  ama sonunda ağabeyi Cemal Süreya’nın  sözünü dinler ve Ahmed Arif’le buluşmak üzere sözleşilir....Gelin ve damat adayının  tanışacağı gün Cemal Süreya’nın kardeşi buluşma yerindedir fakat Ahmed Arif yoktur....Dakikalar, saatler geçse de yoktur...

Sonradan öğrenilir ki Ahmed Arif’in tek bir gömleği vardır...

       Buluşmaya temiz gömlekle gitmek istemiş  ama yeni yıkanan gömlek kuruyamayınca da Ahmed Arif buluşmaya gel(e)memiş hem de bu durumu en yakın dostundan, Cemal Süreya’dan  yıllarca saklamıştır.....

Söze , yazıya 5500 dolarlık notebookla başlamıştık ya...
Ahmed Arif’i 2 Haziran 1991’deki ölümünün 33. yıldönümünde saygıyla anarken şu cümleyle bitirelim ; Şimdilerde evdeki bilgisayarların , laptopların ve bilcümle teknolojik aletlerin sayısını ve modelini beğenmeyen, harçlıklarını, giysilerini yeterli görmeyen çocuklarınıza şair Ahmed Arif’e ait yaşanmış bu hikayeyi anlatın, bu yazıyı okutun  bakalım tepkileri ne olacak...

( murat örem / 02 haziran 2014 / ankara...)

                                         söz / şiiir /ahmed arif....


1 yorum:

  1. Bizler yokluktan geldik. Yama dolu pantolonlarla, ayakkabılarla büyüdük. Biliriz Ahmet Arif dönemini ve güzelliğini.
    Şimdilerde herşey bol ve ucuz, sevgiler gibi. Biri bittiğinde hemen başlayan yeni modalar gibi hayatımız bir daldan bir dala kuş uçuşu zamanda.
    Kalemine sağlık Murat. Bir solukta okunası yazın için.

    YanıtlaSil