*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

15 Nisan 2013 Pazartesi

Mayakovski / yontulamayan kütükten kafalar ve o güzelim türkü ; “ sağım yalan solum yalan giden yalan dönen yalan döndüm baktım dünya yalan senin gibi senin gibi ...”

İki önceki yazıda doğum günü vesilesiyle kendisinden saygı ve sevgiyle söz ettiğim Ataol Behramoğlu’nun Rusçadan çevirisinde şunları demiş Şair İşçidir ...  başlıklı şiirinin girişinde Vladimir Mayakovski ;

“ Bağırırlar şaire:
'Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne? Boş iş. Çalışmak, harcınız değil demek ki...'
Doğrusu bizler için de en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer bacam yoksa işim daha zor demektir bu.
Bilirim hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de...”


Dili sivri , çok sivri  bir şairdir Mayakoski...
Kelimeleri avcı bıçağı gibi keskin, tırtıklı  ve çift taraflıdır...

Otuz yedi yıllık hayatına 1930 yılının ‘ayların en zalimi’ olarak tanımlanan  Nisan gününde kendi elleriyle son vermesinde , bu keskin dilin ürküttüğü fincancı katırlarının da rövanş alma çabasının payı olmuştur mutlaka...

Ne diyordu  girizgahını paylaştığımız Şair İşçidir şiirinin bir yerinde Mayakovski  Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları  yontarız biz de.....” 

Bu işler böyledir...

Dünyanın her yerinde kültür,  hakiki sanat, edebiyat , sinema ,  müzik ve  insanlar  olarak adaletli şartlarda yaşama özlemi  ya tuzu kuruların ya da kendi çıkarlarından , geleceğinden vazgeçmiş  meczupların (!)  işi olarak görülmüştür....

Oysa bir toplumu hakikaten yontan , yönlendiren , unutulmaz eserler bırakmak için kendini ikinci plana atanların toplamıdır  sanat , kültür ve has edebiyat....

Şairin dediği gibi, kütükten kafaları yontmak için kendinden tekrar tekrar vazgeçmektir...

Kendinden vazgeçenler tabiatın ortasında durup bakınırken “ burada hamhumşaralop şekilde imar iznini kim verir, kaç paraya alınır bir dönüm cennet misali toprak parçası ...” diye sormaz...Bu soru akıllarından bile geçmez...

Arabaları yolda tık diye bozulunca akülerin kutup başlarını bir çırpıda bilemeyebilir bu insanlar ama “ayın altında kağnılar gidiyordu / akşehir üstünden afyona doğru ...” dizelerini mırıldanırken bir milletin verdiği istiklal savaşını yüreklerinde hissederler...

Onlar bir yaradana inansalar da inanmasalar da , cennetin dünyadaki herkesin birbirine köle olmadan ortalama yaşam düzeyine ulaştığında olacağının hayalini kurarlar...

Hayalle yetinmeyip bunun için hacca giden gide(meye)n karınca misali çabalarlar...

Kendinden vazgeçenler için nesneler yalnızca iyi yaşamak için araçlardır...Bir ev bir araba bir gömlek bir telefon statüko göstergesi değildir...

Tanısınlar tanımasınlar insana yapılan yatırımın arsalara evlere çıkar üzerine kurulu ilişkilere yapılan yatırımdan çok daha kıymetli olduğunu bilirler onlar...

Cepleri cüzdanları fukaradır (!)  kimilerine göre ama gönülleri ganidir...
O kadar ganidir ki gönülleri , bazen hiç kesişmeyeceklerini sandıkları hayatlardan bile sevilecek çok şey bulurlar...

“ güneşin sofrasında / dostların arasında ...” olmak yeter onlara...

ama kimilerine yetmez hiçbir şey “daha daha daha daha...” demekten gayrı...gözleri karınlarından çok daha açtır onların...

Bir çok toplumda sanat, kültür, edebiyat  sıradan insanlar için soğuk ve para kazandırmayan  bir alandır...

Türkiye için söylersek , eğitim sistemimiz de bu ağlanası gerçeği dönüştürmekten uzak olmuştur...

Oysa beyinsel olarak haz almak da, estetikten payına düşeni artırmak da hatta hatta soru sorarak düşünmek de bütün insanlar için emek harcayarak zamanla öğrenilen bir şeydir....

Nasıl bir mekanik araç ilk günden itibaren kullanıldıkça açılırsa
insan zihni de
düşündükçe,
soru sordukça,
itiraz ettikçe,
ayın karanlık yüzünde neler olup bittiğini merak ettikçe
ve bunları yanındakilerle paylaştıkça
aydınlanır....

Sorgulayan, anlamaya çalışan, itiraz eden zihinler,  kayıtsız şartsız itaat etmeyi reddettikçe de ortaya daha güzel bir dünya çıkar...

Sanat, kültür, edebiyat ,  şiir ve tabi ki kendinden geçen güzel insanlar önce bunun için vardır...

Bu durum tam da Mayakovski’nin de dediği gibi ‘bedel ödeyeceğini ve mal mülkten payını almayacağını bile isteye kütükten kafaları yontma’  işidir...

Nasıl güneşin sıcak bir yaz akşamında turuncu bir yumurtaya dönüşmesini, yağmurun karın mevsiminde yağmasını durduramazsak  yönetenler için düşünmeyi , üretmeyi , haz almayı , soru sormayı , itiraz etmeyi tümüyle engellemek de nafile bir çabadır...

İnanmayanlar dünya insanlık tarihine tekrar tekrar bakabilir...

Koşulsuz şartsız itaat edenlerin yanında itiraz edenler de mutlaka olacaktır...Çünkü medeniyetin merdiveni itiraz edenlerin yüzü suyu hürmetine bir basamak bir basamak daha çıkar....

Bu basamaklar çıkılırken kimileri binlerce yıldır olduğu gibi sırça köşklerinden insanları tasnif etmeyi yeğler, kimileri ihale şartnamesi hatmederek büyütür gelir hanesini kar topu misali , kimileri de bir arsa daha bir dükkan daha almanın derdine düşer...

Sayıları çok daha az olan kimileri de  sözünü söylemezse içindeki narın çatlayacağını bilir  ve büyük bedeller ödeyeceğini gönülden kabul ederek kurar  cümlelerini...Koyar tavrını....

Bu son gruptaki insanlar için iyi yaşamanın tek koşulu mal mülk sahibi olmak değildir...

Onlar bilirler ki ;
Sahip olduğunuz hiçbir ev size gecenin bir vakti iki dize mırıldanamaz, “ben her koşulda seninleyim...” diyemez...

Onlar bilirler ki ; dedenin yediği ekşi erik gün gelecek torunun dişlerini kamaştıracaktır...

Ne diyor o güzelim türküde ;
“ sağım yalan solum yalan 
 giden yalan dönen yalan
 döndüm baktım dünya yalan
senin gibi senin gibi  ...”

Bu yalan dünyanın malı mülküne tamah etmek kimseyi sonsuza dek mutlu etmez...
Etmemiştir...
Etmeyecektir...

Bunu söylemek ucuz halkçılık değildir...
Bunu söylemek servet düşmanlığı değildir...
Bunu söylemek et beyinli kafaların , kıt akılların anlamayacağını bile bile durduğun yeri bir daha bir daha bir daha  anlatmanın gereğidir...

( murat örem / 2012 / 2013.../ ankara...)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder