*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

20 Mart 2013 Çarşamba

" omnes vulnerant ultima necat " ; hepsi yaralar sonuncusu öldürür...


Latinler , zamanın her şeyi eskiten, yaşlandıran ve sonunda yok eden gücünü  anlatmak için  omnes vulnerant ultima necat demiş ;  ‘hepsi yaralar sonuncusu öldürür‘ anlamında.



Ünlü düşünür Montaigne de,   yaşayanları    doğdukları andan itibaren kendi ölüm ağını  ören canlılara benzetir.  Canlılar için her ömür doğum anından itibaren geriye doğru  işleyen bir saat gibidir ve zamanı geldiğinde zemberek duracaktır.



Zaman öyle bir büyük değirmendir  ki yalnızca insanlar girmez iki değirmen taşının arasına un ufak olmak için. Medeniyetler, kültürler, toplumlar ve milletler de zamana yenik düşer er ya da geç. Hititler gibi, Sümerler, Akalar, Mayalar , İnkalar  gibi....



Akıp giden zamanla birlikte herkesin anılarına emanet ettiği gençliği, çocukluğu da vardır. Kim inkâr edebilir ki zihinlerin  kuytularında saklanan  anıların durup dururken  akla düştüğünde mutlu gülümsemelere veya hüzünlere   yol açtığını.



Marketlerde satılan bin bir çeşit dondurmaların olmadığı eski ve sıcak bir yaz öğle sonrasında , zorla yatırıldığı öğle uykusundan yeni kalkmış bir çocuk için uzaklardan gelen ‘dondurmacıııı’ sesinin yarattığı heyecanı en yeni bilgisayar oyunları yaratabilir mi ?



O günlerin Türkiyesinde bir çocuk yine bir başka çocuğun elinden satın alırdı o dondurmayı genellikle çünkü satan da alan da çocuk olurdu. Para kazanmak için yaz tatillerinde çalışmak, dondurma satmak zorunda olan kavruk çocuk öğle uykularına yatan çocuğun yerinde olmak isterken, öbürünün hayalinde de kendi sattığı bütün dondurmaları yemek olurdu...



Öyle değil miydi ?



Kimi yavaş yavaş, kimi hızlı hızlı  unutulan başka şeyler mi   dersiniz ? Mesela kapıdan içeri girildiğini haber veren ve şangır şungur sesler  çıkaran boncuklu tüller, sineklikler. Çıkardığı seslerden  gelenin kadın mı erkek mi olduğunu haber veren kapı tokmakları. Annelerin,  bir zamanlar çok pahalı olduğu için atmaya kıyamadığı  kaçmış  çoraplardan birleştirerek ördüğü kapı önü paspasları....Sokaklarda gezerken elindeki pilli  radyosunu kulağına dayayarak  dolaşan ağabeylere imrenilerek bir an evvel büyümeyi hayal edilen günler, geceler...



 Durduk yerde  düşmez mi sanki insanın aklına tüm bunlar...



Anneler ve  kızlarının bin bir emekle  örerek   salonların penceresine ,  duvarlarına ya da tavanlarına  asıp   saksılarını koyduğu  balık ağlı makrameler, el işleri.  Evdeki büyüklerin  başının şişirildiği,  işportacılardan alınan mızıkalar, balonlar, en kötü plastikten üretilmiş zıplamayan toplar. Tenekeden yapılmış arabalar... Ayşegül kitapları... Tombiksi, Zagoru, Teksası , Kızıl Maskeyi okuyan erkek çocukları... Oynattıkça üzerindeki resmin değiştiği zamanın avrupasından gelmiş pahalı kartpostallar...



Bunların çoğu  hayatımızdan sessiz sedasız çıkalı yıllar oldu, yerlerini ebooklara, laptoplara , psplere, ipodlara şunlara bunlara  bırakarak...



İstediklerinin ancak sırayla ve imkanlar nispetinde olacağını çoktan kabullenerek büyüyen 1970’ler ve daha öncesinin  çocukları iyi  hatırlar bu   saydıklarımızı...O çocukların çoğu büyüdü orta yaşlı anne babalar  oldu şimdi...İçlerinde torun sahibi olanlar bile var...



Çok ama çok para kazanan babaların bir kısmı her akşam evine pahalı oyuncaklarla gitse de, çok iyi biliyor aslında, bugün çocuğuna aldığı uzaktan kumandalı yüzlerce dolarlık uçağın  bile  zamanında babasının bin güçlükle aldığı sıradan oyuncakların yaratacağı  sevinç ve mutluluğun yanına bile yaklaşamayacağını...



Bugünün  babaları çocuklarına aldıkları pahalı oyuncaklar  üzerinden kendi öksüz çocukluklarının gölgesini atmak istiyorlar sanki üzerlerinden...Anneler, eşler daha sağduyulu. Geçmişin yaralarını, kabuklarını, imkansızlıklar içinde yeşeren çocukluklarını gerekli gereksiz  kaşımayacak kadar olgun oldukları için kadınlar , kızıyorlar  bu savurganlığa...



Oysa o anneler de ne olursa olsun  her babanın içinde kanadı kırık bir çocuk yaşadığını bilse  belki bu kadar katı olmazlar, olamazlar...



Annelerin kaç çocuğu varsa evlerde, an gelir, babalarla birlikte  artı bir olur  çocuk sayısı...



Bu gerçek,  kainatın temel kanunları  kadar değişmezdir çünkü...



               ( murat örem / 2011-2013 / ankara...)

              
              -müzik / arda erhan örem / çok yorgunum / cover -

1 yorum:

  1. İçimizdeki çocuğun hiç ölmemesi dileğiyle. Hem kadınlarda hem de erkeklerdeki.
    Ellerine sağlık dostum. Yine iş dönmüş dolaşmış çocukluğumuzdan orta yaşımıza gelmiş dayanmış.

    YanıtlaSil