*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

11 Şubat 2013 Pazartesi

"...elinden kahveler içip hikayesini merakla dinleyecek insanlarınız varsa 14 şubatlara yem etmeyin..." gittiler mi giderler..bakakalırsınız arkalarından...


Şubat,  bizim de kullandığımız Gregoryen ya da Miladi olarak adlandırılan takvimin  en kısa ayı. Dört yılda bir 29 çekmesi dışında  yirmi sekizinci günde biten bir ay Şubat.



Bu yüzden Şubat ayının  halk arasındaki adlarından bazıları da  cüce ay, gücük ay  ya da Cüce Şubat.



Şubat, İbranicedeki  Şabat’tan dilimize geçmiş yıllar içinde...



 İlkokul çağında çocuğu olanlar daha iyi hatırlayacaktır ki, miladi  takvimde sonu 00 ile bitmeyen ve 4'e kalansız bölünebilen tüm yıllarla sonu 00 ile biten  yüzüncü yıllar eğer 400'e bölünebiliyorlarsa artık yıldır ve bu yıllarda Şubat ayı 29 çeker.



Bu formüle göre 1900 yılı artık yıl değildi ama  2000 artık yıldı. Artık yıllar her dört senede bir tekrar ettiği için, en son artık yıl olan 2008 ve 2012’den sonra 2016 da artık yıl olacak. Sonra   2020, 2024 , 2028 diye devam edecek.... 



Ancak 2100 yılı sonu iki sıfırla bitse de  400'e kalansız bölünemeyeceği için artık yıl olmayacak .



Eh,  bu durumu da 2100 yılını görecekler düşünsün artık.



Amma karışıkmış  bu işler diye aklından geçirenler  bilsin ki,  habire  “ders çalış, ders çalış”  diye nefes aldırmadığınız, ömürlerini kararttığınız  çocuklarınız bunları da öğrenmek zorunda,  bir yandan da büyümeye, ergen olmaya  çalışırlarken.



Şubat ayının bir başka özelliği de 14’ünde ve öncesinde yaşanan telaş... Özellikle son yıllarda öylesine fazlasıyla tekrar edilip gündeme getirildi ki , insanlar doğum günlerini , evlilik yıldönümlerini unuturken 14 Şubat’ı , ülkemizdeki  adıyla Sevgililer Günü’nü unutmaktan utanır oldu.



Günler öncesinden yapılan reklamlar, vitrin düzenlemeleri siz bu günü unutmak isteseniz de ısrarla hatırlatmaya yönelik. Evet, 14 Şubat bizde Sevgililer Günü olarak hatırlanırken  dünyada da Saint Valentine olarak yaşanıyor.



Saint Valentine’in Türkiye’de nasıl Sevgililer Günü olduğunu merak edenler biraz çaba harcarlarsa bu hikayeyi de öğrenebilirler...Evet , bazen , bazı şeyler bu kadar kolay olabilir...



İnsanoğlunun zamanı adlandırmak ve sonrasında da kendine göre anlamlandırmak konusunda üstüne yok. 14 Şubat da bir yanıyla böylesi çabaların sonucu. Ancak işin içindeki pazarlama tekniklerinin farkına varanlar içinse  sıradan hatta yok sayılması gereken bir gün 14 Şubat.



Tarihe ve toplumların hayata verdikleri derin  anlamlara  ilgi duyanlar, bu konularda  doğu toplumları ve batı toplumları arasındaki temel farkları da  daha yakından bilir.



Batı toplumları bu tür parıltılı organizasyonlara, abartılı anlam yüklemelere  daha yakın olmuştur her zaman. Doğu toplumlarındaki felsefi temelse, daha derinden ilerler ve şekle yaslanmayı, abartıyı  çok sevmezdi....



Tabi ki  düne kadar çok sevmezdi...

Şimdi çağ başka bir çağ....



Globalleşen (!) dünyayla birlikte bu kavramlar ve ayrımlar da değişiyor gün gün.



14 Şubat da başka etkinlikler gibi bize  batıdan gelen bir olgu...



 Dünya üzerindeki ekonomik modellerin toplumları şekillendirmesiyle ilgili çalışmalar yapan isimlere göre bu tür abartılı anlamlar yüklenen özellikli günler özü itibariyle kapitalizmin eseri...



Hep, her zaman ve daha çok biçimde tüketmek üzerine kendini konumlandıran kapitalizm için,  her insan doğumdan ölüme kadar öncelikle ve yalnızca müşteri çünkü...



O zaman, bu müşterilerin tüketim alışkanlıklarını da bir çok farklı etkinlikle ve sürekli gıdıklamak gerekir ki, üretilen onca şey gerekli olup olduğuna bakılmaksızın şuursuzca ve daima  tüketilsin.



Kapitalizmin çarkları böyle döner çünkü.



Ayın karanlık yüzüne bakmayı bir öğrenirseniz; “ birey birey birey”  diye bilinçlerin altına üstüne  pazarlanan olgunun da kapitalizm için yeni müşteriler demek olduğunu görebilirsiniz...



Her yeni boşanma bile bir yeni televizyon, buzdolabı, halı ve kap kacak dahadır  aynı zamanda kapitalizm için...



Benzetmeye çalışırsak,  kapitalizm bir yanıyla sürekli pedal çevirmek zorunda olan bir bisikletçidir. Nasıl bisiklet kullanırken dengede duran biri pedal çevirmeyi bıraktığında bir süre sonra o bisikletten inmek ya da düşmek zorunda kalırsa, kapitalizm de sürekli tüketimi körüklemek zorundadır yılın bir çok gününe farklı isimler , anlamlar vererek...



Yoksa duran  bisikletçi gibi kapitalizmin de  maazallah (!) küt diye düşme ihtimali vardır...



İnsanların bu tür günlere, etkinliklere sahip çıkma ya da karşı olma hakları vardır. Elbette çeşitli vesilelerle bütün insanların birbirlerini anmalarının, küçük hediyelerle sevgilerini ifade etmelerinin hiçbir sakıncası olmadığı gibi mutluluk veren tanımsız bir yanı da var...



 Ancak bunun için “ille de dünya çapında icat edilmiş hatta uydurulmuş   günlere ihtiyaç var mı”  diye sormaya da her zaman hakkı var başka birilerinin.



Sözün sonunda , 14 Şubat deyince,  Sevgililer Günü diye bir çırpıda cümle kuranlara da hatırlatalım ki,  14 Şubat aynı zamanda Dünya Hikaye  Günüdür  de...



Bilmiyoruz onca reklam bombardımanı arasında kaç kişinin dikkatini çeker bu gerçek...



Bilenler bilmeyenlere anlatsın bu durumu da...



Hoş , bir gökdeleninin gölgesinde bir sardunya ne kadar yetişir ve güneşi görebilirse , Dünya Hikaye Gününün de , Saint Valentine furyası karşısında şansı elbette o kadardır...

Saçı sakalı ağarmış bana bile yıllardır hep şunu sordu etrafımdakiler; “Sevgililer Gününde karına ne aldın/alacaksın?” Allah’tan biraz ağzı laf yapan adamım da son yirmi yıldır hep şu yanıtı verdim bu işgüzarlara ; “Biz sevgili değiliz...Karı kocayız...:))



İnsan iyi yaşamak ister , kabul...

Saray yavrusu evler, dünyaya tepeden bakan jeep kırması arabalar , şunlar bunlar hala milyonlarca insan için iyi yaşamanın hem hedefi hem de tatminidir...

Bu da kabul...



Amma ,

Hakiki insansa  önce ve yalnızca  “elindeki en iyiyi paylaşmak ister..”



Elinizdeki en iyi de ,  sevdiğinize yaptığınız veya onun elinden içtiğiniz  bir fincan kahvedir...

Soyduğunuz bir dilim portakaldır...

İkram ettiğiniz bir bardak sudur...
Tarçınlı çaydır...



Elinden çok kahveler içip hikayeler paylaşabileceğiniz sevdikleriniz varsa onların  kıymetini çok ama çok iyi bilin...



Çünkü onların sayısı hiç de çok değildir...



Hele hele 21. yüzyılın bu dağdağasında en kırılganıdır bu insanlar kainatın...



Gittiler mi giderler...

Bakakalırsınız arkalarından...


( murat örem / 11 şubat 2013 / ankara...)








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder