Herkesin bir şekilde hayatına dokunan
isimler hakkında yazıp söylemek zordur...Ne söyleseniz bir eksik kalır çünkü...Hele hele bu isimler daha popüler
olan alanlarda paylaşmışlarsa ürettiklerini çok daha zordur eksik bir şey
bırakmadan cümleler kurmak...
Söyleyen
değil de ‘vozurdanıp söylenen’ olmayı tercih etmiş, görüntünün albenisini
yazının derinliğine yeğlemiş toplumlardaysa daha da zordur yazıyla
cümleler kurmak, paylaşmak...
Çünkü
maalesef bizim gibi toplumlarda çok büyük bir kesim için hala yazı dediğiniz
şey işi gücü olmayan avarelerin meşgalesi olarak görülür...
Para pul, reklam geliri,
ihale beklentisi olmadan yazıyla,
düşünceyle gönülden uğraşmak aynı
zamanda delikanlı toplumların (!) büyük
kesimi için yadırganan da bir iştir...
Delikanlı adam yazıyla çiziyle uğraşıp duygularını paylaşmaz
çünkü...
Duygu denilen şey genç kızlara mahsus olmalıdır...
...ve o duygular da
edep çizgisinden yukarı çıkmamalıdır...
Delikanlı adamın ancak
delikanlılığın kitabında yazılan temel duyguları vardır...Hatta bunlar duygu
değil kurallardır ve en küçük bir
uzlaşmazlıkta gerektiğinde hem kendi cinsine hem de karşı cinse karşı ‘kodumu oturtmak’ üzerine
biçimlenmiştir...
Toplumun hala çok küçük
bir azınlığını oluşturan okuyup yazan nitelikli kesim de başka patolojiler barındırır bünyesinde yazı
çizi işlerini yorumlayıp tahlil ederken...
Genellikle hiçbir şeyi
beğenmemek , söylenen her şeye itiraz cümleleriyle cevap vermek üzere kurgulanmıştır
o küçük azınlığın da zihin haritası...
Aslında bu tespitleri
yapmak bile tehlikelidir çünkü siz zaten toplumun çok ama çok büyük bir kesimi
için yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı yok hükmündeyken, o küçük azınlıktaki birileri de bu cümlelerinizi
duyduğunda sizi hemen ‘ne kadar snop ,
ne kadar üstten dilci, ne kadar beyaz‘ olduğunuzla itham edebilir...
Bugünün modası da budur
çünkü...
75 milyonluk bir ülkede
günlük gazete tirajları hala 5 milyon bandını bile aşamamışken , bu 5 milyonluk
tiraj da büyüteç altına alındığında üzerine tonlarca laf söylenebilecekken ve bu
tirajın en az yarısı üzerinde derin soru işaretleri dolaşırken, kalan yarısını oluşturan gazetelerin de
içeriği ortadayken, akçalı işlere girmeden yazı çiziyle uğraşmanın karşılığı
budur...
Bu durum ülkemiz için
bugünün meselesi de değildir...
Bu yüzden hemen her
yazısında gazete yönetimi ve köşe yazarlarına “bütün hepinizin tirajı , yazdıklarınız, tercih ettiğiniz hatta maniple
ettiğiniz yapı ülkenin üzerinde yalnızca yüzde beşlik bir etki yaratır”
mealinde cümleler kuran kalemler haklıdır...
Türkiye okuyan bir toplum
değildir...
Türkiye seyreden bir
toplumdur...
Dün de böyleydi...
Bugün de böyledir...
Yarın da böyle olacaktır
, korkarız ki...
Bunun onlarca değil
yüzlerce nedeni vardır...
Türkiye’de öncenin
matbuatı, dünün basını bugünün medyası da bu değirmene küçük hesaplarıyla su
taşımayı yeğlemiştir...
Bu yüzden bu toprakların
yazarları çizerleri , düşünürleri hakikaten yaşadıkları çağın ermişleridir...
Mesela Orhan Kemal daha
nice yaşlar göresi arkadaşı Fikret Otyam’a yıllar önce yazdığı mektuplarda
yoksulluğun nasıl en dibine indiğini anlatmıştır...O Orhan Kemal ki bugün eski filmlerdeki bir çok senaryoda
görünür görünmez ismi vardır..
Yine O Orhan Kemal ki
yazdığı kitapların sayısı , bu ülkedeki bireylerin neredeyse yüzde 90’dan fazlasının
ömrü boyunca okuduğu kitaplardan fazla olmuştur...Aziz Nesin böyledir...Peyami
Safa, “bu ülkede fikir sahibi olmayı mal mülk sahibi olmaya tercih etmeye
başladığımız gün çok şey değişecektir..” demiştir mealen...
Hasılı kelam mesela
öylesine bezmiştir ve yaşarken boşuna dememiştir Oğuz Atay da ; “ hiçbir şey
yapmadım galiba. yalnızca yazı hayatı denilen çamura bulandım..” cümlesini...
Barış Manço , az okuyan ,
az soru soran, az itiraz eden, az birey olan toplumumuzda yazarlar gibi
sayfalarca kitap yazmamıştır belki ama...
Barış Manço , bu toplumun
niteliklerini belki de çok daha kestirmeden tahlil etmiş , kısa , basit , yalın
, anlaşılır ama ahenkli , derinlikli cümlelerle yazmıştır şarkı sözlerini...
Barış Manço, baktığı yer
iyi tesbit etmiş , anlaşılır cümlelerle meramını anlatmış , Cem Karaca’nın
tersine müesses nizamla açıktan ters
düşmek yerine başka bir kulvardan söylemiştir aklından geçenleri...
Aşağıdaki yazıyı da bunu
bilerek okuyunuz...
Bunu biliyor olmanın bile
Barış Manço’yu değersizleştirmeyeceğini
unutmayınız....
Barış Manço , belki de
ülkemiz müzik tarihinin ‘kendi açtığı kulvarda yürüyen ilk ve son marşandizi’
olmuştur...
Aşağıdaki yazı 2010
yılında Barış Manço için yapılan bir programın satırbaşlarıdır ....
(murat örem / 14
şubat 2013 / ankara )
............................................
Barış Manço; Kurtalan Ekspres ve Anadolu Pop’unun
Marşandizi...
“Turnalardan haberimi aldığın gün / Sevdiceğim gülme sakın / Gülme
ha gülme…/ Yıllar geçer güz yaz olur / Barış bir gün toprak olur / Sil gözyaşın
/ durma ha durma…”
İnsanlar doğuyor, yaşıyor
ve emri hak vaki olduğunda ölüp toprak oluyorlar ancak geride yaptıkları,
yapamadıkları, öğrendikleri, öğrettikleri, dostlukları, emekleri ve eserleri
kalıyor…
Eserlerle, notalarla,
yazılarla, resimlerle, tiradlarla kısaca sevdiklerinin ve toplumun gönlünde bıraktıkları duygularla yaşamaya devam
ediyorlar…Tıpkı o atasözümüzdeki gibi; At ölüyor meydan kalıyor, yiğit ölüyor
ama nam kalıyor….
İşte bugün andığımız
Barış Manço da geriye çok şey bırakan çok güzel insanlardan oldu…Şimdi ,
dünyanın en zorlu dönemlerinden birine, 1940’lara gidiyoruz…
Barış Manço 1943 yılında
İstanbul’da dünyaya gelir. İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı günlerinde doğan
bebeğe, barışa duydukları özlem dolayısıyla Barış adını verir Manço ailesi. Hatırlatalım
ki ağabey Manço’nun adı da Savaş’tır…Döneminin musiki sanatçılarından olan annesi
Rikkat Hanımla babası Hakkı Bey, Barış Manço üç yaşındayken ayrılınca çocuk Manço babasıyla beraber Kadıköy’de kalır.
Çocukluğunu bu semtte geçirir. Kadıköy ve Moda Barış Manço’nun hayatında
ilerleyen yıllarda da hep özel bir yer olacaktır…
İlkokulu bitirdiğinde
yatılı olarak Galatasaray Lisesi’nin orta bölümüne girer. Galatasaray lisesi dönemi,
Barış Manço’nun müzikle aktif olarak ilgilenmeye başladığı yıllardır. Barış
Manço 1958 yılında ilk grubu Kafadarlar’ı kurduğunda on beş yaşındadır.
Daha çok dönemin öne çıkan ismi Elvis Presley’in parçalarını çalan Kafadarlar’ın
kadrosunda günümüz ekonomistlerinden Profesör Asaf Savaş Akat da bulunur.
Barış Manço Galatasaray lisesinin
onuncu sınıfındayken babasının ölümü üzerine okuldan ayrılır. Eğitimine Şişli
Terakki Lisesi’nde devam ederken de müziğe ara vermez. Yine Galatasaray’dan
arkadaşlarıyla birlikte Harmoniler grubunu kurar. Harmoniler, daha çok
bir “cover” grubudur. Bugün de dilimizde kullanılan “cover” sözcüğü, bir bestenin
farklı ritimlerle, farklı orkestra düzenlemeleriyle yeniden yorumlanması
anlamına gelir. Harmoniler grubu da dönemin ünlü rock’n roll parçalarını kendilerine
göre yorumlar. Barış Manço cover çalışmalarının yanı sıra kendi bestelerini
yapmaya da bu dönemde başlar. İlk bestesi Dream
Girl’ü Harmoniler’le birlikte seslendirir. Grup bu parçayla Ankara’da bir
festivalde ummadığı bir ödülü bile kazanır.
1960’lar, hayatın bir çok
alanıyla birlikte müzikte de fazlaca kafa yorulan emek harcanan, arayışta
olunan dönemidir… Klasik müzik ve tabi ki Türk Sanat Müziği belli bir
eğitimden geçmiş , yaş almış kitlelere daha çok zevk vermekte, kır ve köy
ağırlıklı yörelerde otantik türküler ağırlığını koruyarak çalınıp
söylenmektedir.
Yeni bir dünyanın ve
Türkiye’nin genç kuşakları her iki ana damardan da beslenecek olan daha başka
bir müziği aramaktadır oysa.
Bu yüzden 1960’lardan itibaren müzik sektöründe
farklı türlerin sentezine ulaşma çabaları başlar…Daha sonraki yıllarda Anadolu
Rock veya Anadolu Pop adıyla anılacak olan bu tarzın ilk örnekleri, yabancı
şarkıların uyarlanması ve türkülerin rock müzik formatında başka dillerde çalınıp
söylenmesi şeklinde ortaya çıkar. Barış Manço ve Harmoniler de Urfa’nın Etrafı
Dumanlı Dağlar ve Kızılcıklar Oldu Mu türkülerini rock tarzında ve farklı dilde
yorumlayarak kayıt altına alır..
Barış Manço liseyi bitirdikten sonra
yükseköğrenim için önce Fransa’ya sonra da Belçika’da yaşayan ağabeyinin yanına
geçer. Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim, grafik ve iç mimari
eğitimi alır ve okulu dereceyle tamamlar. Öğrenciliği sırasında da çeşitli
gruplarla birlikte konserler verir, 45’likler çıkarır. 1967’de Türkiye’ye
geldiğinde, daha önce konserlerini düzenlemiş olan Kaygısızlar grubuyla
çalışmaya başlar. Barış Manço, kendisine Türkiye’de şöhretin yolunu açan ilk
şarkısı Kol Düğmeleri’ni, Mahzar Alanson ve Fuat Güner’in kurduğu, Fikret
Kızılok’un genç bir müzisyen olarak bazı şarkılara gitarla eşlik ettiği Kaygısızlar
grubuyla birlikte kaydeder.
Barış Manço ve
Kaygısızlar bir yandan doğu motiflerine, bir yandan Anadolu ezgilerine bir
yandan da çağdaş batı müziğine dayanan özgün bir tarz yakalar. Barış Manço’nun
eğitiminin sürmesi yüzünden prova, konser ve kayıtları aksayan grup Ağlama Değmez Hayat 45’liğiyle elli
binin üzerinde bir satış sayısına
ulaşır. Bu büyük başarı Barış Manço’ya ilk altın plak ödülünü getirir. Yıl 1969
olduğunda Türkiye’ye kesin olarak döner
Barış Manço. Farklı giyim kuşama özellikle erkeklerde büyük tepki göstererek
anlamlar yükleyen yurttaşları, giyimi, uzun saçı, değişik bıyığı ve
yüzükleriyle boy gösteren bu genç adama sanılandan çok daha yakın durur. Bu
kabullenmede eskilerin deyimiyle tipik bir zarf mazruf hikayesi vardır sanki.
Giyimi, kuşamı tavrı
Barış Manço’nun yapıp ettiklerinin zarfıdır , bu zarf biraz yadırgatıcıdır ama
zarfın içi olan mazruf, yani Barış Manço’nun müziği Türk Halkı’na çok yakın gelmiştir…Aynı yıl
çıkardığı Dağlar Dağlar 45’liğiyle tanınırlığı iyice artar Barış Manço’nun…
Barış Manço, önce giyim kuşamlarıyla sonrasında da müzikleriyle dikkat çekecek olan başka bir grupla, Moğollar’la
çalışmaya başlar. Anadolu pop müziğinin yıllar içinde efsane olacak grubuyla İşte Hendek İşte Deve
şarkısını ilk kez Moğollar eşliğinde 45’liğe kaydederler... Yaklaşık iki yıl
Moğollar’la beraber Anadolu ve Avrupa turnelerine çıkar. 1971’de askere
alınmadan önce Moğollar ile Barış Manço’nun yolları ayrılır. 45’liklerden sonra
ilk plağını da, askere gitmeden hemen önce, 1971’de yayımlar Barış Manço: Ölüm
Allah’ın Emri…
Barış Manço’nun bıyıksız
ve kısa saçlı fotoğraflarının çekilebildiği dönemdir 1970’lerin başı… Türkiye
şartları için alışılmamış olandan “sıradan” bir görünüme geçmesi herkesi
şaşırtır. Ankara’da yedek subay olarak askerlik yaparken konserler de verir…1973
yılı Barış Manço ve Türk müzik tarihi
için çok önemli bir gelişmeye sahne olur. 1999’da ölene dek Barış Manço adıyla
anılan o efsane grup, Kurtalan
Ekspres doğmuştur. Kurtalan, Siirt’in bir ilçesidir ve o dönemde Türkiye’de
demiryollarının doğuda ulaştığı son istasyonlardandır.
En uzun seferi yapan trenden almıştır grup adını ve Kurtalan Ekspres olmuştur…Anadolu’nun
batısından doğusuna tamamını kucaklayarak ezgiler taşıyacak Barış Manço müziğinin sanki işaret fişeği, söz
verme senedidir grubun adı olan, Kurtalan Ekspres…
Kurtalan Ekspres , başlangıçta,
bugün hala Moğollar’ın davulcusu olan Engin Yörükoğlu ile
Mazhar Fuat Özkan’dan tanıdığımız Özkan Uğur ve Fuat Güner’in de içinde
bulunduğu ve kadrosu oturmamış bir gruptur. 70’li yılların ortalarından sonra Cahit
Berkay, Bahadır Akkuzu, Cihangir Akkuzu, Ahmet Güvenç, Gür Akad ve Bülent
Güven’in çekirdek kadroyu oluşturduğu, daha sert rock müzik yapan bir kimliğe
bürünecektir Moğollar. Ahmet Güvenç ve Bahadır Akkuzu, Kurtalan Ekpres’ten de
Barış Manço’dan da bir daha kopmaz. Ne var ki ölüm, Bahadır Akkuzu’yu, Adam
Olacak Çocuk’un simsiyah sakallı Bahadır ağabeyini de 2009 yılında yanına
alacaktır…
1970’li yıllar boyunca Barış
Manço, Kurtalan Ekspres’le beraber Lambaya Püf De, Nazar Eyle, Çayeli’nden
Öteye gibi anonim müzikleri, bununla birlikte Bir Bahar Akşamı Rastladım Size
ve Gamzedeyim Deva Bulmam gibi sanat müziği eserlerini yorumlar. Neşet Ertaş’ın
Gönül Dağı da bu dönemde bir rock grubundan beklenmeyecek kadar yumuşak bir
yorumla 45’lik haline getirilir.
Barış Manço ve Kurtalan
Ekspres’in 2023 adlı çalışması , Türk
rock tarihinde elektronik altyapısı ve müzikal derinliğiyle o güne dek
görülmemiş bir çalışma olur… Yine 70’lerin sonunda ve 80’lerin başında kaydedilen ve bas gitarın
kullanımı bakımından birer milat olarak kabul edilebilecek Dönence ve Gülpembe
de müzikal açıdan Kurtalan Ekspres’in yine
yüz aklarındandır…
Barış Manço, 1975
yılında, hayatının kalan yirmi dört yılını beraber geçireceği Lale Çağlar’la
evlenir. Manço’nun nikah şahitliğini yazar Çetin Altan üstlenir. Bu evlilikten,
1981 yılında Doğukan Hazar ve 1984 yılında Batıkan Zorbey adını verdiği iki
oğlu olur. Tam da oğullarının çocukluk döneminde, içinde o yaş grubuna hitap
eden bir bölümün de bulunduğu programına başlar TRT ekranlarında Barış Manço:
7’den 77’ye…
Program bir fenomen
olacaktır…1988 yılında yayına başlayan 7’den 77’ye’nin içinde 3-7 yaş grubundan
beş çocuğun konuk olduğu Adam Olacak Çocuk bölümü vardır. Pazar
sabahlarının unutulmaz programında Barış Manço tek tek yanına çağırdığı
çocuklarla sohbet eder. Sonra Mine Abla piyanosunun başına geçerken onlardan
birer şarkı söylemesini rica eder. Çocuklarla yaptığı sohbetler adeta bir örgün
eğitimdir.. Ekran başında izleyenler için de nasihatlerle doludur söylenenler. Ancak
kimse bu nasihatlarda buyurgan bir üslup sezmez. Çocukların tarifsiz dünyasında
en güzel yer Barış Manço’nundur artık…
Arabanın ön koltuğuna
oturmamak, süt içmek, diş fırçalamak gibi alışkanlıkları öğütler Manço
çocuklara. Çocuklarla konuşurken yere eğilerek onların hizasına iner, tepeden
bakmaz.. Çocukların elinde 10 yazan levhalar vardır. Hepsi birden 10 puan verir
arkadaşlarına. Barış Manço bütün çocukları “40 puanla şampiyon” diyerek uğurlar. Bugünün televizyonculuk anlayışında
olduğu gibi çocukları birbirleriyle kıyasıya yarıştırıp, birinci olmanın kardeş
olmaktan daha önemli olduğunu vurgulamak yoktur Barış Manço’nun anlayışında…
7’den 77’nin ikinci
bölümü, Barış Manço’nun modern Evliya Çelebi olarak anılmasını sağlayan seyahat
bölümüdür. Manço, 7’den 77’nin yayınlandığı yaklaşık on yıl boyunca 150’ye
yakın ülkeyi gezer. Birçok mekanı ilk kez taşır izleyiciye. Gittiği yerlerde insanlarla
kolayca yakınlaşır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Barış Manço’nun yaptığı
her şey insan odaklıdır. Adam Olacak Çocuk yerine bazı haftalar İkinci Kahvaltı
yer alır programda. 60 yaşın üstündeki insanları konuk eder Barış Manço,
onlarla sohbet eder, şarkı söyletir. Geleceğimiz olan çocuklara ve geçmişimizi
simgeleyen yaşlılara saygı göstermek gerektiğini hatırlatır. 20. yüzyılın,
hırslarından, zaaflarından, nefsinden arınmış dervişi gibidir…
1980’lerin ortalarından
itibaren Barış Manço’nun müziğinde bir değişme yaşanır. Türkiye’de rock müziğin
üstlendiği “sert muhalif” çizgiye hiçbir zaman, söz gelimi Moğollar gibi, Cem
Karaca gibi yakın durmasa da içi boşaltılmış müziğe de yakın olmamıştır Manço.
1980 darbesi, müziğiyle muhalefete destek verenleri de susturur.
Gözaltılar, tutuklamalar, konser yasakları derken rock müziğin de sesi kısılır
bu yıllarda. Ülkedeki müzik zevki de, bütün toplumbilimcilerin üzerinde çok
kafa yoracağı yeni bir akımın etkisi
altındadır artık; Bu akım adını zaman
içinde kendisi koyacaktır; Arabesk….
Barış Manço bu sürecin
başlangıcında kendi müziğine devam eder. 80’li yıllarda yayımladığı 24 Ayar,
Sahibinden İhtiyaçtan ve Darısı Başınıza albümleri rock ile pop müzik arasında
gidip gelir. O dönemde , 1990’larda daha çok üzerine düşeceği, çocuklara
yönelik yazılmış Bugün Bayram gibi şarkılar
yapmaya başlar.
1990’lar, Türkiye’de pop müziğin de tam anlamıyla çatlayıp patladığı yıllar olur…Müzik artık
başka bir şeydir. Tıpkı depozitosuz meşrubat gibi tüketilip atılmakta hemen yenisi
beklenmektedir.
Özel televizyon ve
radyoların da yayına başlamasıyla her hafta onlarca albüm sunulur piyasaya. Ekonominin
en temel kuralı olan kötü para iyi parayı kovar misali kötü müzik de iyi müziği
ezmektedir. Ne yazık ki Barış Manço da bu dönemde kötü bir albüm yapar: Mega
Manço… Dünya barışı ve evrensel kardeşlik vurgusuyla dikkat çeken “Hemşerim
Memleket Nire” adlı şarkıyı saymazsak, Barış Manço’ya yakışmayacak bir albümdür.
Bu saptama bize ait değildir yıllar sonra Barış Manço’nun kendisi itiraf edecektir bu durumu.
1995 yılında,
Müsaadenizle Çocuklar albümünü çıkarır. Bu, aynı zamanda Manço’nun hayattayken
yayımladığı son albümüdür. Albümde Manço’ya genç pop şarkıcıları eşlik eder.
Barış Manço bu albümde, bir çok isim gibi gençleri rakip görmemiş onları himaye
etmiştir ama yine de eksik bir şeyler vardır bu albümde de…
Sevenleri, albümde yer
alan bir parçanın adıyla sitem eder sanki bu duruma: Beyhude (mi) Geçti Yıllar…
Barış Manço, kırkıncı
sanat yılı olan 1998’de, o güne kadar yaptığı şarkıların bir derlemesi olan,
Barış Manço antolojisi şeklinde tasarladığı Mançoloji albümünün kayıtlarına
başlar. Mançoloji’de Barış Manço’nun geniş kitlelerce en sevilen 23 parçası ve
bir de 40. yıl adını verdiği yeni bestesi yer alacaktır. Stüdyo kayıtlarını
tamamlayan Manço, albüm prodüksiyon aşamasındayken hayata veda edince,
Mançoloji’nin yayımlanması ertelenir.
Sanatçının ölümünden sonra yeni bir albüme kavuşmak
dinleyicileri sevindirse de yeniden yorumlanan şarkılar neredeyse hiç kimseye eski
tadı vermez…
Mançoloji , Barış Manço
müziğinin 1960-1980 dönemi zirvesinden
sonra kendini tekrarının tescilidir sanki…. Barış Manço 1980’den sonra
tercihini başka ve daha kolay üretilip tüketilen bir müzikten yana yapmıştır bir çok müzik yorumcusuna
göre….
Barış Manço’nun
kariyerinde müzik ve televizyonculuk dışında kısa birer macera olarak kalan iki
alan daha vardır: Sinema ve siyaset. 1975 yılında, başrolünü Hulusi Kentmen ve
Meral Zeren’le paylaştığı ilk ve tek sinema filmini çevirir Barış Manço: Baba
Bizi Eversene. Aksi ama her zaman olduğu gibi altın kalpli bir fabrikatör olan
Hulusi Kentmen’in yardımcısı Mahir’i canlandıran Barış Manço
patronun kızına, Meral Zeren’e
aşıktır…Saf, sevimli ve sakar bir tiple izleyici karşısına çıkan Manço’nun
ilk ve son filmi olur Baba Bizi Eversene…
Barış Manço 1994 yerel
yönetimler seçiminde dönemin iktidar ortağı olan partiden Kadıköy belediye başkan adayı olur. Kadıköy,
hem çocukluğunu hem de neredeyse
hayatının tamamına yakınını geçirdiği ilçedir. Ünlü mektup adresini bugün bile
yaşı yetenler hatırlar; “Barış Manço-Moda 81300 İstanbul”…
Gariptir ki yıllar önce Barış
Manço’nun farklı giyim kuşamını kolayca kabullenen toplum onun siyasete girmesini
reddeder. Seçim çalışmaları sırasında geçirdiği bir kalp rahatsızlığı
sonrasında adaylıktan çekilir ve güncel siyaset macerasına bir virgül koyar
çünkü Barış Manço defalarca kendisinin de dile getirdiği gibi bir gün Türkiye
Cumhuriyeti’nde siyaset üstü ve sanat
elçisi bir Cumhurbaşkanı olacağına
inanmaktadır. En büyük güvencesi de belki her yıl biraz daha büyüyen Adam
Olacak Çocuklardır…
Barış Manço 1999 yılının
31 Ocak gecesinde kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırılır. Tüm çabalara
karşın asude bahar ülkesindedir artık ve 56 yaşındadır…
Barış Manço’nun cenaze
törenine, çok görkemli bir kalabalık katılır. Yüzbinler şarkılarıyla uğurlar.. Kadim
dostu, yol arkadaşı Cahit Berkay, Manço’nun ölümünden sonra “arkasından böyle bir yazı yazmak bana çok
zor geldi” diyerek bitirdiği yazısında şunu söyler; “Hep en
iyi stüdyo, en iyi müzisyen, en iyi teknisyenlerle çalışmak istedi. Ama hiçbir
zaman israfa kaçmadan minimum imkanlardan maksimum çıkarmayı iyi bilirdi. Süper
ses tonu ve tekniği olan bir şarkıcı değildi ama kendine has, mütevazı bir sesi
vardı ve sesini nasıl kullanması gerektiğini çok iyi bilirdi. Sahneyi çok iyi
dolduran, seyirciyi bir anda sahneye konsantre eden bir performansı vardı.”
Barış Manço kırk yıl gibi
çok uzun bir süre, büyük çoğunluğunu zirvede geçirdiği bir müzik yaşamının
ardından aramızdan ayrıldı. Kendi kuşağına bir sonraki kuşağa, bir sonraki
kuşağa başka mesajlar vererek her zaman gündemde ve gönüllerde oldu. Sadece
alkışlarla değil ödüllerle de çok takdir edildi Manço. 12 kez altın, bir kez
platin plak ödülünü aldı. 1991’de Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanına
layık görüldü. Belçika, Fransa ve Türkmenistan devletlerinin çeşitli nişanları
süsledi yakasını.
Sözün başına dönersek
şunu söylemek mümkün…Barış Manço yaptıkları ve yapamadıklarıyla bu toprağın
insanının gönlünde bulduğu yerin hakkını veren bir isim olmuştur. Unutulmaması,
özlem ve sevgiyle anılması, batıya da doğuya da bakarken sırtını hep anadoluya,
Türkiye‘ye vermesinden, bu toprağın
insanından, töresinden beslenirken daha insani olanı aramasındandır.
Yaşadıkları yıllarda,
dönem dönem karşı karşıya gelen iki büyük sesin Barış Manço ve Cem Karaca’nın bir programda birbirlerinin
gözlerinin içine bakarak karşılıklı seslendirdikleri Aşık Veysel türküsü, uzlaşmayı öğrenen, ortak
noktayı yakalayan Türkiye’nin zenginliği ve gururudur belki de , kimbilir…
( murat örem 2010 /
alper beşe’nin çok değerli katkılarıyla...)
Hep halka yakın oldu. Hiç bir zaman yadırganmadı. Belki de halkın zevkine uygun olsun diye basit, yalın ve akılda kalıcı şarkılar yazdı. Bunca yıldır sevenleri azalmadı bilakis arttı.
YanıtlaSilHoş bir seda bıraktı bu gök kubbede. Işıklar içinde uyusun.
Murat herzamanki gibi yumuşacık ve sakin sakin ne kadar güzel anlatmışsın. Kalbine, ellerine sağlık.
Dostum ;
Silyaşar kemal ; " o iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler" der ya...hikayenin özeti bu...bu insanlar o güzel atlara binip gittiler ve yerlerine yenileri gelmedi....gelmeyecek de...
aradan bir iki kuşak geçtiğinde korkarım ki artık bu kadar hatırlayan da kalmayacak....
varol yorumların için...
murat....