*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

2 Aralık 2012 Pazar

Dünya Bir Gölgelikse Ömür Dediğin de Güzeldir






‘Şair sözü çokça yalandır’ diyenlerin,  Nazım Hikmet’in “İki şey var ancak ölünce unuturuz yüzünü / bir anamızın iki şehrimizin yüzü” dizelerine verecek yanıtı, itirazı  olabilir mi ? 

Aradan geçen yıllar, mesafelerle anne babalar, evlatlar, dostlar, sevgililer kaç ayrı yüzle düşüverir en umulmadık zamanlarda belleğimize doğup büyüdüğümüz uzak şehirlerin gölgesiyle  birlikte,  hiç düşündünüz mü ?

Yolculuklar çoğu zaman bir yerden bir yerlere oluyor gibi görünse de aslında gittiğimiz yol genellikle hep aynı büyük kapıya çıkar … Çocukluk bir büyük denizin içinde batıp çıkan sandallar gibidir…Denizden korktuğunuzda bilirsiniz ki kıyı ordadır…Anne babanız dingin kıyıda sizi beklemektedir koruyup kollamak için …Sonra koca adamlar, kadınlar  olursunuz , aradan yıllar geçer , bu kez kendiniz ana babalığın hakkını vermeye çalışırsınız…

En küçük fırsatlarda özlemle yapılan memleket yolculuklarında bir keskin koku çarpar burnunuza. Çocukluğunuzda anne babanızla, dedenizin, babaannenizin, büyükannenizin   kendine özgü havası ,  dinginliği, huzuru  olan evine gidip gelmelerinizde karşınıza çıkan kokular,  bu kez saat tiktakları , mis gibi kokan çarşaflar eşliğinde   annenizin evinde yakalar sizi durup dururken…Bazen bir çay koyarken , bazen hala sizi küçücük çocuk sanıp portakalı dilimleyerek tabağınıza koymaya çalışırken annenizin yıllanmış  ellerinde görürsünüz akan zamanı…Babanız da ordadır çok şükür ki. Elbette o da yaşlanmıştır ne kadar dik durmaya çalışsa da…

O ilk gençlik delişmenliklerinizde, genellikle aptalca çocukluklarınıza  hesapsızca kızdığı, tavır koyup sitem ettiği  için  bir ömre bedel tartışmalar yaptığınız adam mıdır şimdi karşınızda duran? Hanginiz değişmiştir ? Babanız mı siz mi ? Çocukluğun  dehlizlerinde yüzerken elini tutup yürüdüğünüzde kendinizi her zamankinden güvende  duyduğunuz , gönlünüz olsun diye kartondan , tellerden oyuncaklar yaparken öfleyip pöflemeyi unutarak saatlerce sizi oyalayan, her geçen yılla birlikte farkında olmayarak geçmişte kızdığınız bir çok özelliğini  kendinizde gördüğünüz  o adam kimdir sanki ?

Çocukların, torunların şenlendirip, kısacık bir anda bile  dağıtmayı başardığı ana baba  evlerinin  duvarlarına, odalarına  kalabalıklarla  yansıyan  neşeyi gördünüz mü  siz ? Kırk küsur yıllık kocasıyla teke tek olduklarında dizlerinin ağrısıyla , iç sıkıntılarıyla geçirdiği günleri hiç yaşamamış gibi torunları geldiğinde çeşit çeşit yemekler, salatalar yapan, genç bir kız gibi elli sefer yerinden kalkarak her yere seğirten annenizin yüzündeki güneşin şavkı yüzünüze vurdu mu ?  

 Artık kendisi için bile sokaklara çıkmak gözünde büyürken,  torunlarının hatırı için koşturup duran kırk yıllık babanızı dede olarak bir kenarda izlerken gönlünüzün direği sızlar  mı sizin de mutlulukla?       

Uzun bir aradan sonra gittiyseniz , görürsünüz ki çocukluğunuzun geçtiği şehirdeki   yüzler değişmiş, başkalaşmıştır…Bir zamanlar size dünya gibi görünen evler, yollar, sokaklar kah yıkılmış, kah kazılmış, kah restorasyon adı altında darmadağın edilmiştir…Elini ilk tutuşta   yüreğinizin ağzına geldiği liseli  kız şimdi iki çocuğuyla bin yıllık karınızdır  çok şükür ama  altında otururken pelitler, çam fıstıkları topladığınız , güzel hayaller kurduğunuz  çamlar, çınarlar, söğütler, ağaçlar nerededir ? Yorgun ahşap binalar, granit taşlı yollar, bekçi amcalar, kaydıraklar, salıncaklar nerelere gitmiştir ?  Çocukluk, gençlik  yıllarının arkadaşları nerededir ? 

Anadolunun kendi halindeki bir ilçesiyken tahta sıralarda birlikte okuduğunuz, bırakın cep telefonlarını  sıradan  ev telefonlarının bile kaf dağının arkasında olduğu yılların Türkiye’sinde, lisenin öğrencileri olarak kazandığınız   deve dişi üniversitelere dağılsa bile  telefonsuz, habersiz her yaz kendiliğinden kardeşçe toplandığınız  o güzelim park  nerededir ? 


Yıllar sonra muamma bir trafik kazasıyla gündeme gelerek ülkenin bütün karanlık ilişkilerini tanımlamak için  fütursuzca  kullanılan ve bu olumsuz sıfatı  üstüne yapışıp kalan o güzel ilçenin çocukları, gençleri, üniversite öğrencileri şimdi koca koca adamlar kadınlar olarak  kimlerledir ?  

Çoğunu  uzaktan uzağa bilip hatırlarsınız…Kimiyle bir selam kalmıştır geriye…Kimini hiç özlemeden yine de mutlu olduğunu duymak istersiniz…Uzaklardan selamlar gelir bazen size de…İlkokul, ortaokul, lise  yıllarındaki arkadaşlarınızın çoğu artık koca koca adamlar , kadınlar olarak anne babalarını o uzak diyarlara göndermenin acısını yaşamış ve varsa evlatlarına sarılarak ayakta kalmaya çalışmışlardır..

Kendisi de vakti saati geldiğinde herkesi bırakıp giden anneannenizin siz çok küçükken  söylediği söz yankılanır ruhunuzda; “Oğlum , Murat’ım,  ağaç dalına yaprağına uzar,  köküne değil ..Bu dünyanın kanununu unutma..Ölüme üzül ama bizim gibi yaşını başını almışlara fazla fazla değil”. Belli belirsiz bir gülümsemeyle anarsınız kaybettiğiniz bütün büyüklerinizi …İzlemeye gittiği bir oyunun galasında, tam da ağaçlar gibi ayakta  küt diye gidiveren yılların tiyatrocusu Büyük Halanızın o tatlı huysuzlukları gelir aklınıza ve ondan çok yıllar önce o sessiz gemiye binen ve ağabeyi olan dedenize orada da! naz yapıp yapmadığını merak edersiniz… 

Her ölümün erken olduğunu bilirsiniz ama yine de Koca Yunus’un “Bu  dünyada bir nesneye /yanar içim göynüm özüm / yiğit iken ölenlere / gök ekini biçmiş gibi”  dizeleri yüzlerce yıl öteden gelip taş gibi oturur göğsünüze…

Elbette duyduğunuz her ölüm haberi hiç kimselere sezdirmeseniz de ürpertir içinizi…Önce anne babanızın, sonrasında da  hayatınızda çok güzel yerleri olan  ilkokul öğretmenlerinizin, sevdiklerinizin, akrabalarınızın   evindeki saat  tiktaklarının uzun yıllar susmamasını  dileyerek bugüne şükredersiniz …Bilirsiniz ki o sesler, o tiktaklar hayatın sesleridir…Binlerce yıl öteden seslenen bir filozofun ‘Bu dünyaya gelen bütün insanların ölmesi korkunç bir şey ancak daha korkuncu da olabilirdi. Ya bu insanların hiçbiri ölmeseydi…’ cümlesindeki  ironiye sığınırsınız soğuk bir yel estiğinde yüreğinizde…

İçinde yaşadığınız şehir, içinizde yaşayan şehir değildir…Bilirsiniz…Şairlerin şairi,  Üvercinka’nın babası Cemal Süreya’nın 555 K isimli şiirinden esinlenerek ‘beşinci ayın, beşinde saat beşte Susurluk’ta  buluşalım’  anlamına gelen 555 S deseniz kimler gelebilir ki çocukluğunuzun , gençliğinizin arkadaşlarından, sevdalarından ? Gelenler artık dümdüz edilen ve adına hala park denebilen yerde  bulamayacakları  hangi yıllanmış ağacın  altında elele tutuşabilir ki kardeşçe, dostça ?   

Ağaçlar, evler, sokaklar,  yıllarla yaşayıp yaşlanamaz mı ? Onların da tıpkı insanlar gibi  dozerlerden, hızarlardan, baltalardan, kazmalardan azade  ihtiyarlıklarını yaşama ve sonra da sessiz sedasız dünya sahnesinden çekilme hakları yok mudur ?  Bunları yapanlar  “Yaş kesen baş keser” atasözünü bilmezler mi ? Cihan İmparatoru Fatih’in “Ormanımdan bir dal kesenin kellesi vurula” fermanını en azından ilkokul öğretmenlerinden duymamışlar mıdır ?

Yürüdüğünüz her yol, her sokak tek bir yere götürür sizi bütün ömrünüz boyunca…

Sözün başında andığımız büyük şairden ödünç alarak söylersek ; Bir ana babanızın,  iki doğup büyüdüğünüz şehrinizin  yüreğine…

Bir gün bir yolculukta  dünya şiirinin en büyük şairlerinden Konstantin Kavafis düşer aklınızın orta yerine … Bilirsiniz ki bu insani duygu bu dizelerden daha güzel asla anlatılamayacaktır;


   "bir başka ülkeye, bir başka denize giderim,"           dedin,
            “bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.”
            …………………..

            yeni bir ülke bulamazsın, başka bir şehir bulamazsın
            bu şehir arkandan gelecektir.sen gene aynı sokaklarda
            dolaşacaksın. aynı mahallede kocayacaksın;
            aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
            dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
   başka bir şey umma-
            bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
            ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
            öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de” .



Türk Düşünce , edebiyat ve eleştiri dünyasının en çalışkan, en namuslu ve en acılı isimlerinden Fethi Naci’nin son kitaplarından birine ad olarak  da seçtiği,  Türkçe’nin  o güzelim deyişi   “Bu Dünya Bir Gölgeliktir“  cümlesi  gelir aklınıza …

Ayaklarınız sizi  taşırken, çocuklarınız yanıbaşınızda sağlıkla solurken, onca yolu yürürken çoğunlukla yok yere kırıp kırıldığınız anne babanız , karınız sağ ve sevdiklerinizin çoğu yaşıyorken  şunu dersiniz  inanarak orta yaşın olgunluğuyla “ Bu Dünya Bir Gölgeliktir ama  Ömür Dediğin de  Güzeldir ”…



Murat  Örem /  05.02.1999 / ankara....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder